ACABA ÇOCUKLARIMIZI EĞİTİRKEN BUNLARI ÖĞRETEBİLİR MİYİZ?
Günlük güneşlik Atatürk döneminden, tabir caizse bir alacakaranlık dönemine girdik. Duyduklarımız, öğrendiklerimiz insanı yaşamdan soğutacak kadar acı, gayriahlaki!
Dünya tarihi hep aydınlığı takip eden karanlıklardan, karanlığa son veren aydınlanmalardan söz ediyor.
Çok eskiye gitmeye gerek yok! 1871-1914 arasındaki dönem, Avrupa ve özellikle Paris, Viyana gibi kentler için Güzel Dönem “Belle époque” olarak tarihe geçti. Muhteşem kıyafetler, aşklar, balolar ve Johann Strauss (1825-1899) besteleriyle dans ederek yaşandı. Tabii o güzel elbiseleri diken kadınlar, o balolarda hizmet edenler için dönemin bir güzelliği falan yoktu.
Bu şen şakrak dönemi Birinci ve İkinci Dünya savaşlarının karanlığı takip etti. Savaşı yaşayanlar aydınlık günler için çalıştılar ve başardılar. Bizler hem Avrupa’nın, hem Atatürk’ün aydınlığını alan çok talihli bir ulustuk. Ama o aydınlık şimdi yerini yine alacakaranlığa bıraktı ve tarikatlarla, daha neler neler ile kapkaranlığa doğru gidiyoruz.
Ama yine güzel insanlar var güçleriyle karanlığa karşı savaşacaklar, dayak yiyecekler, öldürülecekler, cezaevlerine kapatılacaklar.
Burada bütün mesele biz nerede duracağız? Kenardan bakarak bekleyeceksek bu karanlığın acısını daha çok uzun zaman yaşayacağız. Güzel insanların yanında duruyorsak güneş çok daha erken doğacak.
Bütün mesele güzel zamanları, yeni güzel zamanlar yaratmak için çalışarak geçirmek. İnsanlık görgüsüz bir mirasyedi gibi davranıyor. Acaba çocuklarımızı eğitirken bunları öğretebilir miyiz?